ANTİK DEVİRDE KAZANES (ACIPAYAM) VADİSİ

 
KAZANES (ACIPAYAM) ve İNDOS (DALAMAN) VADİLERİ - NEHİR TANRISI KAZANES - KERETAPA, THEMİSONİON, ERİZA ve KİBYRA KENTLERİ - DODURGALAR’DA BULUNAN BİR KRAL MEKTUBU - PHYLAKAİON VE THABUSİON KALELERİ - ALACAİN KALINTILARI ve AGATHE KOME - AKALAN CİVARINDA YAŞAMIŞ BİR BAŞHEKİM: EUSTHATİOS - ROMALI KOMUTAN MANLİUS VULSO’NUN İNTİKAM SEFERİ - DÖRT DİLİN KONUŞULDUĞU KİBYRA KENTİ - BÖLGEDEKİ PİSİDİALILAR, YUNANLILAR, ROMALILAR, PERSLER, LYDİALILAR ve SOLYMLER
- MEZARLARI KORUYAN "ÖFKELİ" PİSİDİA TANRILARI
 
Phrygia’nın Karia, Pisidia ve Lykia  ile sınır olduğu bölgede yer alan Acıpayam ovası antik devirde Kazanes adındaki bir nehir tarafından sulanmaktaydı. Honaz (Kadmos) Dağı’nda doğup kuzeyden güneye doğru akmakta olan bu nehir, Bedirbey köyü civarında Indos (Dalaman çayı) ile birleşmekteydi. Bu ovadaki Themisonion (Karahöyük ya da Karayük) kentinin bazı sikkeleri üzerinde Nehir Tanrısı olarak tasviri ve adı (KAZANHΣ) bulunan Kazanes ile Indos ve onların kolları hiç kuşku yok ki antik devir Acıpayam Ovası’nın can damarlarıydı.
Antik devirde Acıpayam ovasının kuzeydoğusundaki Yeşilyuva (Kayser) köyü civarında Keretapa adında bir kent vardı. Keretapa halkı sonraları, olasılıkla İ.S. II. yüzyılda, bir Roma imparatorunu onurlandırmak üzere kentin adına Diokaisareia (Zeus Kaisar’ın Kenti) ifadesini eklemişti (Yeşilyuva'nın Roma devrinde Kaisareia olan adının yerel halkın dilinde varlığını "Kayser" şeklinde sürdürmesi dikkat çekicidir).
  • Kazanes’in suladığı orta Acıpayam vadisinde Themisonion ve Eriza adında iki önemli Hellenistik kent yer almaktaydı. Günümüze ulaşan bazı sikkelerden hareketle, Themisonion’un tarihinin İ.Ö. III. yüzyıla kadar gerilere gittiği düşünülmektedir. Bu kentin kurucusunun Themison adındaki bir Suriyeli olduğu kesin gibiyse de, bu kişinin kimliği hakkında değişik yorumlar yapılmaktadır. Henüz kanıtlanamamış olsa da, Themisonion’un bugünkü Karahöyük’de, halkı Strabon tarafından Pisidialı olarak nitelenen Eriza’nın da Dereköy civarında bulundukları genel bir kabul görmektedir.
Büyük bir olasılıkla Eriza sınırları içinde bulunan Dodurgalar köyünde ele geçen yazıtların çokluğu dikkat çekmektedir. Bu köy ayrıca, Suriye Kralı III. Antiokhos’un bir mektubunun kaydeden önemli bir yazıtın buluntu yeri olarak da ün kazanmıştır. İ.Ö. 193 yılına tarihlenen bu yazıtta Kral III. Antiokhos, o sırada Karia'da Satrap (Vali) olarak görev yapan Anaksimbrotos’a, karısı Kraliçe Laodike’yi başrahibe olarak atadığını ve gerekenin yapılmasını buyurmakta ve Satrap da bu mektubu bir üstyazı ile Dionytas adındaki diğer bir kraliyet bürokratına sevk etmektedir. 1884 yılında Dodurgalar’da 6 parça halinde ve aşınmış bir şekilde bulunan bu yazıt şimdi Louvre Müzesi’ndedir. Yazıtın noksan kısımları, İran’daki Nihavend ve Kirmanşah’da bulunan diğer iki kopyası sayesinde tamamlanabilmiştir.  
Öte yandan, Acıpayam ovasında bulunmuş olan diğer bir Hellenistik yazıt «Eriza hyparkhiası (eyaleti) civarındaki Phylakitai ile Moksoupolis ve Krithina’da yaşayanlar»dan söz etmekte olup, bunlardan Moksoupolis ile Krithina adındaki iki yerleşim hakkında başkaca hiçbir bilgimiz bulunmamaktadır. Ancak ünlü coğrafya bilgini Ptolemaios (V.2.26) ile bazı Bizans kaynakları da Eriza civarındaki Phylakitai ya da Phylakaion adındaki bir yerleşimden söz etmektedir. Grekçede ‘muhafız’ anlamına gelen phylaks sözcüğünden türetilen bu yer adı olasılıkla Seleukoslar (Suriye) krallığına ileri karakol hizmeti veren bir kale ve oradaki muhafız gücüne işaret etmektedir. Pamukkale Üniversitesi’ne bağlı bir araştırma grubu bu yöredeki araştırmaları sonucunda, Ptolemaios'un Themisonion’un güneybatısında gösterdiği Phylakaion’un Malı Dağı’nda aranması gerektiği kanısına varmışlardır.
Kazanes vadisinin sırtlarındaki Kır Dağları’nda yer alan ve günümüzde Alacain olarak adlandırılan yerleşim 19. yüzyıldan beri araştırmacıların merak konusu olmuştur. Son yıllarda Pamukkale Üniversitesi’nden bazı arkeologların yoğun bir yüzey araştırmasına sahne olan Alacain’deki Kale Tepe adındaki mevkide bir kale ve sur kalıntıları, mezar alanları, mağaralar, Bizans devrine ait yapı temelleri, kayalara oyulmuş mezarlar, merdiven basamakları, "sunu çanakları", bazı lahitler ve seramik buluntuları saptanmıştır. Alacain’de Arkaik, Hellenistik ve Roma devirlerine kadar gerilere giden buluntular ele geçmişse de, araştırmacılar buradaki kalıntıların büyük bir kısmının bu yöredeki Agathe Kome (“Asil Köy”) adındaki bir Bizans yerleşimine ait olduğunu düşünmektedir. Gerçekten de, Marcellinus Comes tarafından VI. yüzyılda kaleme alınan bir kronikte (Chronicon, 94, 22-3), İ.S. 494 yılında bölgede meydana gelen büyük bir depremden etkilenen yerleşimler  arasında Laodikeia ad Lycum (Denizli), Hierapolis (Pamukkale) ve Tripolis (Yenice) kentlerinin yanısıra Agathicum (= Agathe Kome) adındaki bir köyden de söz edilmektedir. Ancak elimizde Alacain kalıntılarını Agathe Kome ile özdeşleştirmek için herhangi bir epigrafik kanıt bulunmamaktadır. Nitekim ünlü eskiçağ bilgini Louis Robert, Agathe Kome’nin Alacain’de lokalize edilmesinin bir zorlama olduğunu, bu köyün Acıpayam’da değil, Sarayköy yakınındaki Tripolis (Yenice) civarında aranması gerektiğini ileri sürmüştür.
Louis Robert 1934 yılında, Acıpayam’ın güneyinde yer alan "Alanköy"de (= Akalan), kendisine Alanköy’ün doğusundaki Alagöz Kalesi’nden getirildiği söylenen bazı büyük bloklar, yuvarlak kaideler ve dört adet Grekçe yazılı taş buldu. Ayrıca Alagöz Kalesi ile Alagöz Köprüsü’nün bulunduğu mevkide yaptığı araştırmada da, buradaki bir akarsuya paralel bir tepede, uzun kenarı 150 metre kadar olan dörtgen şeklindeki bir alanı çeviren bazı duvar kalıntıları gördü. Kaba bir teknikle inşa edilen bu duvarın güneydeki kalınlığı iki metreyi bulmakta ve duvarda bazı yerlerinde bazı kapılara ve kulelere ait izler  görülmekteydi. Bu kalenin hayli geç bir devirde inşa edildiğine ve Akalan’daki eserlerin daha erken bir öneme ait olduklarına inanan Robert, Akalan’a taşınan eserlerin bu kalenin yapımında dolgu malzemesi olarak kullanıldığını düşünmüştü. Onun maalesef fotoğrafsız yayınladığı bu dört Akalan yazıtından biri, mesleğini bu civarda icra etmiş olan Flavios Eusthatios adındaki bir başhekimden (arkhiatros) söz etmesi nedeniyle tıp tarihi bakımından çok önemlidir. O zamanlar Akalan’daki bir camide basamak olarak kullanılan, 68x140cm. boyutlarındaki bu taşın üzerindeki  İ.S. IV. yüzyıla ait olan çok aşınmış yazıtta, başhekim Flavios Eusthatios’un kendisi ve sevgili karısı Claudia Flavia Kyra için bir lahit ve buna ait bir kaide yaptırdığı anlaşılmaktadır.
Acıpayam vadisinin güneyinde herhangi bir büyük antik yerleşim bulunmamaktadır. Bu yörede bulunan bazı yazıtlardan anlaşıldığına göre, güney Acıpayam vadisi Kibyra (Gölhisar) kentinin sınırları içinde yer almaktaydı. Kibyra, Kibyratis adı verilen geniş ve verimli bir bölgeyi elinde tutan zengin ve stratejik bir merkezdi. Romalı tarihçi Titus Livius, İ.Ö. I. yüzyıl sonlarında kaleme aldığı Ab Urbe Condita (Kuruluşundan İtibaren Kentin [Roma’nın] Tarihi) adlı eserininde hem Acıpayam (Kazanes) vadisindeki yerleşimler ve hem de Dalaman (Indos) vadisinin en büyük kenti olan Kibyra hakkında değerli bilgiler verir:
Romalılar Suriye kralı III. Antiokhos’u İ.Ö. 189 yılında Magnesia (Manisa) Savaşı'nda büyük bir yenilgiye uğrattıktan hemen sonra, Gnaeus Manlius Vulso adındaki consul ve komutan, intikam ve ganimet hırsı ile, Roma tarihinde bir ilk olarak Senato kararına bile gerek duymadan, Anadolu’daki ezeli Roma düşmanı olan Galatlar’dan intikam almak amacıyla bir sefer düzenler. Çünkü ona göre Galatları sindirmedikçe III. Antiokhos’a karşı elde edilen büyük zaferin hiçbir önemi yoktur. Ama Vulso, Ephesos’dan başlattığı bu seferinin daha başlangıcında orduyu ana güzergahtan ayırır ve  Batı Anadolu’nun iç bölgelerine yönelterek önüne çıkan kasaba ve köyleri yağma eder ve yüksek miktarlarda haraç toplar. Livius, bu Roma ordusunun Acıpayam (Kazanes) ve Dalaman Çayı (İndos) vadilerini aşıp Kibyra kentine ulaşmasını şöyle anlatır:
«… (Romalılar) üç gün sonra Casus (= Kazanes ) nehrine ulaştılar ve Eriza’ya (Dereköy) ilerlediler ve kenti ilk saldırıda ele geçirdiler. Sonra yürüyüşe devam ettiler ve İndos (Dalaman) nehrine hakim  müstahkem (bir yer olan) Thabusion’a ulaştılar. Bu nehrin adı, bindiği filin üzerinden (suya) düşüp boğulan bir fil sürücüsünün adından gelmektedir. Artık Kibyra (Gölhisar) kentine yaklaşmışlardı. Ama şehrin güvenilmez ve zalim tiranı Moagetes kendilerini karşılamak üzere herhangi bir elçi göndermemişti. Onun bu saygısız davranışının nedenini öğrenmek üzere consul, kente C. Helvius’un komutasında 4000 yaya ve 500 atlı asker gönderdi. Bu askerler tam şehrin arazisine girecekleri sırada (Kibyra’dan) bazı elçiler gelip Moagetes’in consul’ün emirlerine boyun eğeceği haberini getirdiler. Ayrıca bu elçiler (consul’e ulaştırılmak üzere) Helvius’a altından bir taç vererek, kentin arazisine barış içinde girmeleri ve tarlalarını yağmalamamaları için yalvardılar. O da tarlaların talandan korunacağı sözünü verdi ve consul ile görüşmelerini emretti. ...  ve sonuçta (Kibyra‘nın tyranı) Moagetes Romalılara 10.000 ölçek hububat ve 100 Talent ceza ödedi» (Livius, 38.14.2-14).
Kazanes ve İndos vadilerindeki Themisonion, Eriza ve Kibyra kentlerinden geçerek güneye doğru uzanan bir yol nedeniyle Kibyra kenti büyümüş, zenginleşmiş ve tüccarların önemli bir uğrak yeri olmuştu. Burada yaşam o kadar hareketliydi ki, Strabon’un (İ.S. I. yüzyıl) yazdığına göre Kibyra’da dört dil (Grekçe, Pisidçe, Lydçe ve Solymce) konuşulmaktaydı. Strabon değinmese de, Kibyratis bölgesinde yerleşik bir Pers nüfusunun da var olduğunu bilinmektedir. Hiç kuşku yok ki, eğitimli Kibyralılar Grekçe konuşmakta ve yazmaktaydılar. Nitekim bölgede elen geçen yazıtların neredeyse tamamı Grekçedir. Öte yandan, güney ve hatta orta Acıpayam ovasında bulunan yazıtlarda oldukça sıklıkla görülen Pisidialı kişi adlarından ve burada tapınılan Pisidialı Tanrılar’dan da anlaşıldığı üzere, bu yörede yaşayan halkın önemli bir bölümü Pisidia kökenliydi. Nitekim Pisidialılar Kibyra’nın kuruluşunda önemli bir rol oynamışlardı. Zaten Strabon da, Kibyra kentinin nüfusunun Kabalis (ya da Kabalia) bölgesini ele geçiren Lydialılardan ve komşu Pisidia’dan taşınan insanlardan oluştuğunu yazmaktadır. Kabalis ya da Kabalia, Phrygia, Karia, Lykia ve Pisidia arasındaki küçük bir bölgeydi ve buradaki Lydialılar anavatan Lydia’da bile unutulduğu dönemde hala Lydia dilinde konuşmaktaydılar. Bu bölgede kendi dillerini konuşan Solym’lerin (Solymoi) dilleri ve kökenleri hakkında başkaca bilgimiz yoktur.
En önemli işkolu demircilik olan Kibyra, Strabon’a göre kenti yöneten Moagetes hanedanının üyeleri becerikli kimselerdi. Moagetes’lerin yönetimindeki Kibyra büyük bir ekonomik güce ulaşmış ve diğer Kabalis kentleri olan Bubon (İbecik), Balbura (Dirmil) ve Oinoanda (İncealiler) ile birleşip Tetrapolis diye bilinen bir konfederasyon kurulmuştu. Romalılar İ.Ö. 129 yıında Asia Eyaleti’ni (Provincia Asia) kurarken Kibyra ile onun arazisinin (Kibyratis) bağımsız kalması kararlaştırılmış ve daha sonra (İ.Ö. 84) kurulan, içinde Hierapolis’in de yer aldığı Laodikeia-Kibyra idarî/adlî biriminin (dioikesis ya da conventus) merkezi haline getirilmişti.
İ.S. 23 yılındaki Kibyra Depremi’nden büyük zarar gören Kibyra, İmparator Tiberius’un katkıları ile ayağa kaldırılmış ve Kibyralılar imparatora olan şükranlarını ifade etmek üzere 23 yılında yeni bir takvim (era) kullanmaya başlamışlardı. Hatta bu tarihten itibaren kentinin adının Kaisareia Kibyra (İmparator Kenti Kibyra) olarak değiştirildiği de bilinmektedir.
_______________
 
Acıpayam ovasındaki Yunanlı, Pisidialı ve hatta Pers (İranlı) gibi etnik unsurların varlığı sonucu, burada çok farklı pagan inançları bir arada yaşamaktaydı. Nitekim bölgede ele geçen ve mezar soyguncularını caydırmak üzere yazılmış lanetlemeleri içeren bir dizi Grekçe yazıt bu farklı dinsel yapıyı yansıtması bakımından önemlidir. Örneğin, Acıpayam’da bulunmuş olan bir mezar yazıtında şu ilginç lanetleme okunmaktadır:
«Eğer biri (bu mezara) zarar verirse, Yunan ve Pers tanrıları bunu onun çocuklarınına ve torunlarına kan ve ölümle ödetecektir!».
Bu yazıt hem ilk kez rastlanan bir lanetleme türünü kaydetmesi ve hem de Roma devrinde Acıpayam ovasındaki Pers egemenliğinden yüzyıllarca sonra hala bir Pers azınlığının bulunduğunu göstermesi bakımından çok önemlidir.
Öte yandan Dodurgalar, Bedirbey, Gümüş, Kumavşarı ve Kelekçi köylerinde bulunan yazıtlardan anlıyoruz ki, büyük bir çoğunlukla Pisidia kökenli olan yöre insanları mezarlarını kendi geleneksel Pisidia tanrılarına emanet ederken genelde şu türden bir lanetleme formulü kullanmışlardı:
«Her kim bu mezara zarar verirse öfkeli Pisidia tanrılarına çatsın!».
Burada sözü edilen Pisidialı tanrıların adlarını bilmiyoruz. Bir Kibyra sikkesi üzerinde tasvir edilen ve meşale tutan bir tanrıçanın yanında “Pisidialı Tanrıça” ifadesinin okunduğundan hareket eden kimi bilim adamları, bu tanrıçanın Yunan tanrıçaları Hekate ya da Selene ile özdeşleştirilmesi gerektiğini düşünmüşlerdir. Diğer bir görüşe göre ise, bu Pisidialı tanrılar Yunanlılarda Dioskouroi adını taşıyan ve mezarları koruyan bir çift yerli atlı tanrıydı. Hangi tanrılarlarla özdeş oldukları ve Pisidia dilinde hangi adı taşıdıkları halen tartışılmakta ise de, eskiçağda Acıpayam ovasında mezarların koruyucusu rolündeki Öfkeli Pisidia Tanrıları'ndan söz eden yazıtların çokluğu bu bölgedeki Pisidialı nüfusun ne kadar yoğun ve hakim olduğunu göstermektedir. 
H. Malay    
KISA KAYNAKÇA:
W.M. Ramsay, The Cities and Bishoprics of Phrygia I (1895), 250-274.
L. Robert, Villes d’Asie Mineure ([2] 1962), 105-121.
L. Robert, Études Anatoliennes (1937), 362-375.
L. Robert, “Malédictions funéraires grecques”, CRAI 1978, 277-286.
K. Belke und N. Mersich, Tabula Imperii Byzantini 7: Phrygien und Pisidien (1990).
J. Strubbe, Arai Epitymbioi (1997), 93-99.
J. Ma, Antiochos III and the Cities of Western Asia Minor (1999), 354-6.
B. Söğüt, "Kalıntılar Işığında Antik Dönemde Acıpayam Ovası", 1. Acıpayam Sempozyumu (2003), ed. T. Tok (2007), 142-153.
C. Şimşek, "Antik Dönemde Alacain (Agathe Kome) Kazanes Vadisi Bağlantısı", 1. Acıpayam Sempozyumu (2003), ed. T. Tok (2007), 109-118.
E. Akıncı Öztürk – H. Malay, Epigraphica Anatolica 45 (2012), 89-92.